BEYNİMİZDEKİ DÜNYA
Odanızın penceresinden dışarıdaki manzarayı seyrettiğinizde, hayatınız boyunca aldığınız telkinden dolayı, bu manzarayı gözlerinizle gördüğünüzü zannedersiniz. Oysa gerçek böyle değildir. Çünkü siz gözlerinizle dışarıdaki bir manzarayı görmezsiniz. Siz, beyninizin içinde oluşan manzaraya ait görüntüyü görürsünüz. Bu bir tahmin ya da bir felsefe değil, bilimsel bir gerçektir.
Görme olayının nasıl gerçekleştiği hatırlandığında bu konu daha açık olarak anlaşılacaktır. Göz, sadece, kendisine ulaşan ışığı, retinasındaki hücreler sayesinde elektrik sinyaline çevirmekle görevlidir. Bu elektrik sinyali ise, beyninizdeki görme merkezinize ulaşır. Daha sonra bu elektrik sinyalleri, pencerenizden gördüğünüz manzaranın görüntüsünü oluştururlar. Sonuç olarak, görüntünün oluştuğu yer beyninizdir.
Ve siz beyninizin içindeki manzarayı görürsünüz, evininizin dışındaki manzarayı değil. Örneğin aşağıdaki resimde, pencereden bakan insanın gözüne dışarıdan "ışık" ulaşmaktadır. Bu ışık, gözdeki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülerek, bu insanın beyninin arka kısmında yer alan küçücük görme merkezine gelir. Ve bu elektrik sinyalleri, beyinde bir manzara görüntüsü oluşturur. Gerçekte, beynimizin içi açılsa, burada bu manzaraya ait bir görüntü bulamayız. Ancak, beynimizin içindeki bir şuur, beyne gelen elektrik sinyallerini manzara olarak algılar. Peki beynin içinde, gözü, göz hücreleri, retinası olmadan, elektrik sinyallerini bir manzara olarak algılayan şuur nedir, kime aittir?
Aynı durum okumakta olduğunuz bir kitap için de geçerlidir. Gözlerinize gelen ışığın elektrik sinyallerine çevrilerek beyninize ulaşması sonucunda, beyninizde bu kitabın görüntüsü oluşur. Yani kitap sizin dışınızda değil, içinizde, beyninizin arka kısmındaki görme merkezinizdedir. Belki kitabın sertliğini elinizde hissediyor olduğunuz için kitabı dışınızda zannedebilirsiniz. Oysa, bu sertlik hissi de aynı görme algısında olduğu gibi beyninizde meydana gelmektedir. Parmak uçlarınızdaki sinirler uyarıldığında, bu uyarı elektriksel bir bilgiye dönüşerek, bu kez beyninizdeki dokunma merkezinize ulaşır. Ve siz beyninizde kitaba dokunduğunuza ve onun sertliğini, sayfalarının kayganlığını, kapağındaki kabartmaları, kağıt kenarlarının keskinliğini algıladığınıza dair hislere sahip olursunuz.
Gerçekte ise, hiçbir zaman bu kitabın aslına dokunamazsınız. Dokunduğunuzu sandığınızda, aslında beyninizin içindeki dokunma hissini algılarsınız. Üstelik bu kitap, bir madde olarak sizin beyninizin dışında var mıdır, bunu da bilemezsiniz. Siz sadece beyninizde oluşan kitap görüntüsü ile muhatap olabilirsiniz. Bu kitabın bir yazar tarafından yazılmış olması, bir bilgisayarda sayfa düzeninin yapılmış olması veya bir matbaada basılmış olması sizi yanıltmasın. Çünkü birazdan anlatılacaklar, bu kitabın her aşamasında yer alan insanların, matbaanın, bilgisayarların gerçekte, sizin beyninizde oluşan görüntüler olduğunu ve asıllarının dışarıda olup olmadığını asla bilemeyeceğinizi size gösterecektir.
Sonuç olarak, biz gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz herşeyi beynimizin içinde yaşarız. Bu teknik bir gerçektir ve bilimsel deliller neticesinde itiraza veya tartışmaya açık bir konu değildir. Asıl önemli olan nokta ise, bu teknik gerçeğin bizi ulaştırdığı ve yukarıda sorulan sorudur:
Beynimizin içinde bir gözü olmadan, pencereden görünen manzarayı izleyen, bu manzaradan zevk alan, heyecan duyan kimdir? Bu önemli sorunun cevabı da ilerleyen sayfalarda verilecektir.
Yaşadığımız dünyaya ait her türlü niteliği, her özelliği ve bildiğimiz herşeyi duyu organlarımız aracılığıyla öğreniriz. Duyu organlarımız aracılığı ile bize ulaşan bilgiler, bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyallerine dönüşür ve bu sinyaller beynimizin ilgili noktalarında yorumlanır. Beynimizin bu yorumları sonucunda biz örneğin bir kitap görürüz, çileğin tadını alırız, ıhlamur ağaçlarını koklar, ipek bir kumaşın dokusunu bilir veya rüzgarda sallanan yaprakların hışırtısını duyabiliriz.
Aldığımız telkinle, hep bedenimizin dışındaki kumaşa dokunduğumuzu, bizden 30 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki ıhlamur ağaçlarının kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki yaprakların hışırtısını duyduğumuzu zannederiz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylardır. Kitabın görüntüsünden yaprakların hışırtısına kadar herşey içimizde, beynimizde meydana gelir.
Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşırız: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş değildir; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır. Örneğin Mapping The Mind (Zihnin Haritasını Çıkarmak) isimli kitabında bilim yazarı Rita Carter, dünyayı nasıl algıladığımızı şöyle açıklar:
Her bir duyu organı kendine uygun uyarıya cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu uyarılar ise, moleküller, dalgalar veya titreşimler şeklindedir. Tüm bu çeşitliliklerine rağmen duyu organları temelde aynı görevi görürler: kendilerine özgü uyarıları elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bir uyarı ise sadece bir uyarıdır. Kırmızı renk değildir, veya Beethoven'ın Beşinci Senfonisinin ilk notası değildir - sadece bir elektrik enerjisidir. Aslında, bir duyuyu diğerlerinden farklı hale getirmek yerine, duyu organları hepsini benzer hale, yani elektrik sinyallerine dönüştürürler.
Öyle ise, tüm duyulara ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız bir formda beyine elektrik akımları şeklinde girerler ve buradaki sinir hücrelerini uyarırlar. Tüm olan budur. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır.1
Yukarıdaki açıklamalar çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir: Bizim dünya hakkında algıladığımız tüm hisler, görüntüler, tadlar ve kokular, aslında aynı malzemeden, yani elektrik sinyallerinden meydana gelmektedirler. Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, bu sinyalleri koku, tat, görüntü, ses veya dokunma olarak yorumlayan ise beyindir. Beyin gibi ıslak bir etten oluşan bir maddenin, hangi elektrik sinyalini koku, hangisini görüntü olarak yorumlayacağını bilmesi, aynı malzemeden birbirinden çok farklı duyular ve hisler meydana getirmesi ise büyük bir mucizedir.
DARWİN'İN BİLMEDİKLERİ
Darwinizm, yalan üstüne kurulmuş, baştan çöküntüye uğramış bir teoridir. Zaman içinde taraftar toplamış olsa da, tüm yalanlar, tüm sahtekarlıklar gibi Darwinizm aldatmacası da uzun zaman gizli kalmamıştır. Yüzyılımız, evrim teorisi aldatmacasının tüm dünya tarafından anlaşıldığı yüzyıl olmuştur. Darwin döneminden beri, sayısız iddiayla ortaya çıkan evrimcilerin, iddialarını destekleyecek yalnızca bir tane delil getirmesi beklenmiştir. Bu delil ortaya çıkmamıştır ve hala beklenmektedir. Darwinistlere, çok uzun zamandır, eğer varsa "tek bir tane" ara fosil kalıntısı sergilemeleri çağrısı yapılmaktadır. Ama bu bir türlü gerçekleşmemektedir. Kuşkusuz gerçekleşmesi de mümkün değildir. Çünkü evrim teorisine kanıt oluşturması gereken "tek bir tane bile" ara fosil kalıntısı bulunmamaktadır. Darwin'in, "Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz?" sözünü söylerken bahsettiği çaresizlik, günümüz evrimcileri için de aynı şekilde geçerlidir. Yüce Allah, Kuran'da, inkarcıların asla Allah'a karşı bir delil getiremeyeceklerini haber vermiştir:
De ki: "Gördünüz mü haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, yerden neyi yaratmışlar, bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer doğru sözlüler iseniz, bundan önce bir kitap ya da bir ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, bana getirin." (Ahkaf Suresi, 4)
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız.
(Bakara Suresi, 21)
Ayette işaret edildiği gibi, Darwinistlerin teorilerini dayandırabilecekleri tek bir "ilim kalıntısı" bulunmamaktadır. Çünkü Darwinizm'in iddiası çürüktür, son derece yüzeysel bir mantığa dayanır. Akıl ve bilim dışı formülü ise şudur: Çamur + zaman + kör tesadüfler = medeniyet. Darwinistlere göre bu formül var olduğu sürece, gezegenler, güneşler, uçsuz bucaksız evren, hayvanlar, fotosentez yapan bitkiler, dağlar, denizler, atmosfer, mikroorganizmalar, ağaçlar, kelebekler, balinalar, çiçekler, profesörler, cerrahlar, biyologlar, teknoloji, gökdelenler, uçaklar, uydular; projeler çizen, hesaplar yapan, bir uzay roketini inşa etmek için matematiği kullanan, sevgi duyan, fedakarlık yapan insan; İstanbul, Londra, New York gibi şehirler ve buralardaki medeniyet kolaylıkla oluşacaktır. Etrafta biraz çamur birikintisinin olması, tesadüfi, kontrolsüz, rastgele olayların gerçekleşmesi ve yeterince zaman geçmesi yeterlidir. Ne kadar bilimsel kelimelerle süslü olursa olsun, ne kadar kimya formülü gösterisi yapılırsa yapılsın, bu inanışın bir mantık zafiyeti olduğu açıktır. Hiçbir eğitimi olmayan, okuma yazma bilmeyen bir insan, hatta okul çağına henüz gelmemiş bir çocuk bile bu iddiayı komik bulacaktır. Ne var ki tüm evrimci kaynaklarda aslında anlatılmak istenen tam olarak budur.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda üşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Tüm alemlerin Hakim'i olan Allah, iman eden kullarına, yarattıkları üzerinde düşünmelerini öğütler. Bunun en önemli nedenlerinden biri, yerde, gökte, Allah'ın yarattıklarının tümünde, Allah'ın varlığına ve üstün yaratışına dair deliller bulunması ve tüm bunları görmenin, iman eden bir insanı Allah'a daha fazla yaklaştırmasıdır. Yüce Allah'a iman eden bir insan, gördüğü bir çiçek tomurcuğunda, mikroskop altında incelediği tek bir hücrede, dallarını göğe uzatmış muhteşem görünümlü bir ağaçta, kabuğunun içinde paketlenmiş meyvelerde, birbirinden güzel hayvanlarda ve tek bir tohum tanesinde Rabbimiz'in gücünü ve büyüklüğünü görecektir. İşte bu nedenle, Allah'ın varlığına inanan bir insanın, karşılaştığı güzellikler hakkında düşündükçe inancı pekişecek, imanı güçlenecektir. Çünkü tüm varlıkları, alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır ve yeryüzünün her yerinde O'nun kudreti hakimdir.
Birçok insanın, gördüğü varlıklar, incelediği detaylar, öğrendiği bilgiler üzerinde düşünmemesinin, daha doğrusu düşünmekten kaçınmasının ise genellikle nedeni şudur: Allah'ın varlığını görmek istememek! Bu kişilerden kimi genetikçidir, bilim adamıdır; kimi DNA'yı keşfetmiş bu nedenle Nobel ödülüne layık görülmüştür; kimi gezegenlerin yörüngelerini keşfetmiş, bunun üzerine sayısız hesaplama ve çalışma yapmıştır. Kimi ise atomun derinliklerine inmiş, gözle görülmeyen atomaltı parçacıklarını tespit etmiştir; kimi botanikçidir, tek bir polenin kilometrelerce yol katederek aynı bitki türünü döllediğini çok iyi bilir; kimileri de insanın sahip olduğu tek bir beyin hücresinin büyük bir mucize olduğunun farkındadır; kendi bedenindeki, hayvanlardaki, bitkilerdeki, çevresinde bulunan tüm varlıklardaki mükemmellik onun sürekli olarak karşısındadır.
Bu insanların bazılarının önemli bir ortak özelliği vardır: Gördükleri, çok iyi tanıdıkları ve inceledikleri şeyler üzerine düşünmezler. Çünkü bu kişiler; kompleks sistemler, birbirinden hayranlık uyandırıcı yapılar üzerinde düşündükleri takdirde Allah'ın varlığını ve yüceliğini de görmüş olacaklardır. Bunu yaparak, Allah'ın üstün sanatını ve yarattıklarındaki muhteşem eserleri takdir etmiş olacaklardır. Hayatlarını son derece basit ve sıradan amaçlar için yaşarken, Allah için yaşamanın gerekliliğini fark etmiş olacaklardır. Her yerde yalnızca Allah'ın mutlak varlığı ve hakimiyeti olduğunu görecek ve -isteseler de istemeseler de- Allah'ın yarattığı kadere tabi olarak yaşamakta olduklarını kabullenmiş olacaklardır. İşte bu nedenle, kendi varlığını üstün görerek büyüklenen, canlıların yaratılmadıklarını savunarak Allah için yaşamaktan kaçan, ahirete inanmak ve onun için çabalamak yerine dünya hayatı ile tatmin olmayı isteyen insanlar, düşünmemeyi tercih ederler. Onlar için, düşündükçe karşılaşacakları gerçeklerden uzaklaşabilmenin tek yolu, düşünmemektir! Dünya tarihinin en büyük kitle aldatmacasının sahibi olan Darwinistler, bunun en başta gelen örneğidir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.
(Enam Suresi, 102)
Bu sitede, Yaratılış gerçeğine karşı savaş açmış bulunan, evrenin her noktasında tüm ihtişamı ile sergilenen kompleksliğe ve güzelliğe "tesadüf" yakıştırması yapan ve sırf Allah'ın varlığını reddedebilmek için bilinçsizliğin, şuursuzluğun, rastgeleliğin; şuur, akıl, nizam, düzen, anlayış ve güzellik meydana getirdiğini savunmaktan çekinmeyen Darwinistlerin "düşünmediklerini" gözler önüne sermektir. Onların düşünmeyerek üstünden geçtikleri, evrim teorisi tarafından açıklanmış gibi gösterdikleri ama asla detayına girmedikleri konuları ortaya koyup, gerçekte teorinin tüm konularda delilsiz, çaresiz ve aciz kaldığını gösterebilmektir. Darwinizm aldatmacası, Darwinistlerin, insanları da kendileri gibi düşünmemeye yöneltmeleri ve dünyadaki yaşamın çok basit bir açıklaması varmış telkinini yoğun olarak yapmalarından kaynaklanmaktadır. Ama artık birçok insan, Allah'ın varlığının delillerini gösteren kitaplar, konferanslar, video filmler vesilesiyle Darwinizm aldatmacasının farkına varmış bulunmaktadır. Bu kişiler içbir şeyin, "tesadüf" şeklinde basit bir açıklamasının olamayacağının bilincindedirler. Tüm evrendeki olağanüstü gerçekler üzerinde düşünmeye, bunların varlık, mükemmellik ve komplekslik sebeplerini araştırmaya başlamışlardır. Yaşadıkları hayatın, Darwinistlerin telkin ettikleri şekilde "basit" olmadığını fark etmişlerdir. Düşünmeyenler, artık yalnızca Darwinistlerdir.
Allah'ın varlığının sayısız delillerinden sadece birkaç tanesini ön plana çıkarmak ve bunlardan herhangi birinin bile Darwinistler tarafından açıklanamadığını gösterip sergilemek, Darwinizm'in artık etkisini kaybettiği şu dönemde oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Darwinistlerin neleri düşünmediklerini incelerken, geçtiğimiz yüzyıl boyunca tüm dünyayı aldatmayı başarmış Darwinist bilim adamlarının ve tüm diğer evrim teorisyenlerinin gözlerini, kulaklarını, akıllarını nelere kapattıklarını görmüş olacaksınız. Bu gerçek onların, bilimsel delillerle değil, yalnızca uydurma bilgilerle ve aldatmaca ile hareket ettiklerini, insanlarla bir buçuk yüzyıldır alay ettiklerini, feodal, bağnaz bir inançla hareket ettiklerini kesin olarak kanıtlamaktadır.
Düşünen bir insanın karşılaşacağı gerçek şudur: Her şeyin sahibi olan Allah, gökte ve yerde olanların tümünü, tek bir emir ile, bir kerede yaratmıştır. Darwinistler ise, yaratılmış tek bir taneye, tek bir hücreye, tek bir kuş tüyüne açıklama getirebilmiş değillerdir; gözlerini gerçeklere kapatıp düşünmedikleri sürece de, Allah'ın dilemesi dışında, açıklama getirebilmeleri imkansızdır. Allah'ın muhteşem eserleri, Yaratılış gerçeğini her geçen gün çok daha güçlü şekilde kanıtlamaya devam edecektir. Üstün ve Güç sahibi olan Allah, tüm varlıkların Sahibi ve kusursuzca Yaratanıdır.
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd da yalnızca O'na ait)tir. Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 26-27)
Bediüzzaman Said Nursi de Allah'ın muhteşem yaratmasıyla ilgili olarak bir sözünde şöyle demektedir:
Şu mucize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir? Hadsiz derecedeki acip (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) şu sanatları neye isnad edebilirsin?
Darwinistler, Yeryüzündeki Canlıların Olağanüstü Nitelik ve Davranışlar Sergilediklerini Düşünmezler
Darwinistler, olta balığının kafasından çıkan ve avlanmak için kullandığı uzantıyı kendi kendine var edecek bir yeteneğe sahip olmadığını ve böyle bir olayın tesadüfen meydana gelemeyeceğini ve balığın hayatını devam ettirebilmesi için bu oltanın mutlaka ilk andan itibaren var olması gerektiğini düşünmezler.
Darwinistler, her yeri buzlarla kaplı kutuplarda yaşayan penguenlerin -40oC'ye düşen soğuk ve hızı 100 km'yi bulan kutup fırtınaları içinde 4 ay boyunca hiçbir şey yemeden kuluçkaya yatmalarındaki olağanüstü fedakarlığı düşünmezler.
Penguenlerin -40oC’de, hızı 100 km'yi bulan kutup fırtınalarına karşı 4 ay boyunca hiçbir şey yemeden kuluçkaya yatmaları Darwinistlerin üzerinde düşünmek istemedikleri bir fedakarlık örneğidir. Bunun, evrim teorisine göre hiçbir açıklaması yoktur.
Darwinistler, işçi arıların kendi can güvenliklerini düşünmeden hayatları pahasına, içinde yaşadıkları topluluktaki diğer arıların güvenliğini sağlamak için iğnelerini düşmanlarına batırarak ölümü göze almalarını tesadüflerle açıklamanın imkânsızlığını düşünmezler.
Darwinistler, avlarını yakaladıklarında sivri ve keskin dişleriyle parçalayan timsahların nasıl olup da yavrularına en ufak bir zarar vermeden ağızlarındaki koruyucu kesede taşıdıklarını düşünmezler.
Darwinistler, milimetrenin 1/3000'i kalınlığındaki yusufçuk böceğinin kanatlarının bu denli ince olmasına rağmen nasıl uçarken yırtılmadığı ve mükemmel bir siteme sahip olduğu üzerinde düşünmezler.
Yusufçuğun kanatları milimetrenin 3000/1'i kadardır. Ama buna rağmen uçarken yırtılmazlar.
Darwinistler, yusufçuk böceğinin gövdesinin üzerindeki çapraz iki çift kanat sayesinde böcekler için şaşırtıcı sayılabilecek bir hıza, saatte 40 km'ye nasıl ulaştığını düşünmezler.
Darwinistler, şuursuz atomlar ve tesadüflerin oluşturduğunu iddia ettikleri ateşböceklerinin yüzde yüzlük bir verimle nasıl ışık ürettiklerini düşünmezler.
Darwinistler, soldaki resimdeki gibi bir canlının tehlikelerden korunmak için hangi bilinçle kamufle olmaya karar verdiğini açıklayamaz ve bunun üzerinde düşünmezler.
Darwinistler, vücudunda üstün bir kimya uzmanı gibi düşmanları için 100 derecelik kimyasal bir silah oluşturan bombardıman böceğinin bu yakıcı madde ile nasıl kendi vücuduna zarar vermediğini düşünmezler.
Darwinistler, bir kelebeğin hayatta kalabilmek için kendini daha iyi kamufle edebileceği kuru bir yaprak görünümüne sahip olmasının tesadüflerle oluşmasının imkansızlığını düşünmezler.
Darwinistler, canlıların koku alma ve koku hafızasına sahip olma sisteminin evrenin her alanında görülen üstün plan ve mükemmel düzenlemenin sınırsız örneklerinden biri olduğunu, kusursuz sistemleri ise asla tesadüflerle açıklayamayacaklarını düşünmezler.
Darwinistler, örümceğin ağ yapabilmesi için mimari bilgi, hesap yeteneği, yakalayacağı avın hızı ve ağırlığı gibi pek çok detayı bilmesi gerektiğini ve bunu aklı olmayan bir varlığın tesadüfler sonucunda kazanacağını iddia etmenin mantık dışı olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, doğadaki yaratılış üstünlüğünü, var olan mükemmel sistemleri, aklı, ilmi ve benzersiz sanatı tesadüfler ile hiçbir zaman açıklayamayacaklarını düşünmezler.
Darwinistler, fillerin ve gergedanların derilerindeki parazitlerden kurtulmak için çamurda banyo yaptıklarını, antiseptik yapıdaki killi toprak ile yaralarını tedavi ettiklerini, toprakta bulunan bir maddenin antiseptik özelliğinin olduğunu hayvanların kendi başlarına bilmelerinin imkanı olmadığını, doğadaki tüm canlıların Allah'ın ilhamı ile hareket ettiğini düşünmezler.
Evet madem her şeyin kıymeti ve dekaik-ı san'atı (sanat incelikleri) gayet yüksek ve güzel olduğu halde; müddeti kısa, ömrü azdır. Demek o şeyler nümunelerdir, başka şeylerin suretleri hükmündedirler. Ve madem müşterilerin nazarlarını (gördüklerini), asıllarına çeviriyorlar gibi bir vaziyet vardır. Öyle ise, elbette şu dünyadaki o çeşit tezyinat (süslemeler); bir Rahman-ı Rahîm'in rahmetiyle, sevdiği ibadına (kullarına) hazırladığı niam-ı Cennet'in (Cennet nimetlerinin) nümuneleridir, denilebilir ve denilir ve öyledir.
Darwinistler, insanın gözleri renkleri ayırt etmek için yalnızca üç fotoreseptöre bağlı iken mantis karidesinin gözünde on altı reseptör olduğunu, bu canlının ultraviyole ışınlarını bile algılayabildiğini ve bunun hiçbir şekilde tesadüfen oluşamayacağını düşünmezler.
Darwinistler, işçi arıların yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslediklerini, öyle ki, tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiğini ve bunu tesadüflerin hiçbir canlıya yaptırmayı asla başaramayacağını düşünmezler.
Allah, böceklerle bitkileri büyük bir uyum içinde yaratmıştır. Böcekler besinlerini bitki özsularından sağlarken, bitkiler de böcekler yoluyla polenleşmektedirler. Darwinistlerin ise, bu uyumlu yaratılışa getirebildikleri mantıklı bir açıklama yoktur.
Darwinistler, her larvanın farklı dönemlerinde farklı şekilde beslendiğini ve işçi arıların bu konuda hiçbir hataya düşmeden tüm larvalara büyüklüklerine göre besin verdiklerini düşünmezler.
Darwinistler, larvaların 7. günlerinde yemek yemeyi kestiklerini, bakıcı arıların larvaların bulundukları hücrelerin ağızlarını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapattıklarını, larvaların da kendi ürettikleri bir madde ile bulundukları odaların etrafında koza örerek kendilerini buraya hapsedip pupa evresine geçtiklerini ve tüm bunların larvaların gelişiminin tam olarak 7. gününde olması gerektiğini, bütün bunları istisnasız olarak, hem larvaların hem de bakıcı arıların nasıl olup da bildiğini düşünmezler.
Hayvanların yavrularını koruyabilmek için gösterdikleri fedakarlık, hiçbir Darwinist tarafından açıklanamaz. Çünkü böyle bir bilincin, tesadüfen oluşması imkansızdır.
Darwinistler, arı larvalarının ördükleri kozanın içinde bulunan "fibroin" isimli proteinin kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon giderici olduğunu ve kozanın bu özelliği sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını düşünmezler.
Darwinistler, gözü, kanadı, beyni olmayan, henüz dış dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğinin farkında olmayan bir larvanın, kendi kendine karar verip, bakterilere karşı korumalı, özel formüle sahip bir maddeyi nasıl oluşturabileceğini düşünmezler.
Darwinistler, pupa evresindeyken kozanın içindeki arının kullanacağı özel yapılı kanatların, yapacağı işlere uygun yapıdaki gözlerinin, düşmanları için kullanacağı iğnesinin, salgı bezlerinin, balmumu üretmesini sağlayacak mekanizmasının ve üreme sisteminin, polen toplamaya yarayan tüylerinin, kısacası bütün vücut sistemlerinin eksiksiz olarak geliştiğini ve tüm bu özelliklerin geliştiği üç haftanın sonunda arının kozadan çıkmaya hazır olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, dünyanın her yerinde, arıların, birbirlerinden habersiz olmalarına rağmen, daima aynı şekilde petek yaptıklarını, aynı şekilde bal topladıklarını, aynı haberleşme ve yuva sistemine sahip olduklarını, hep aynı iş bölümüne sahip olduklarını ve bunun asla tesadüflerle oluşamayacağını düşünmezler.
“Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir” dedi.
(Şuara Suresi, 28)
Darwinistler, arı kuşlarının nasıl olup da 10 gramdan daha az bir yakıtla Meksika Körfezi'ni (1500 km) geçebildiklerini düşünmezler.
Darwinistler, termit kulelerinde bulunan iklimlendirme ve havalandırma sistemlerinin, donanım ve enerji sarfiyatı bakımından mükemmel olduğunu, canlıların bu üstün mimarlık özelliğini hiçbir şekilde tesadüfen kazanamayacaklarını düşünmezler.
Darwinistler, kutup balıkları ve kurbağaların uygun olmayan iklim şartlarından dolayı kendilerini dondurmalarını ve sonra yeniden hayata dönmelerini ve bu dönem boyunca donmanın etkisiyle organlarının hasara uğramamasını hiçbir şekilde açıklayamadıklarını düşünmezler.
Darwinistler, arıların, kaplumbağaların ve kuşların haritaları olmadan uzun mesafeli yolculuklar yapabilme özelliklerini, bu özellikleri hayvanlara ilham edenin ise Yüce Allah olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, yaprakların fotosentez işlemi ile yılda 300 milyar ton şeker üretimi yaparak dünyanın en büyük kimyasal işlemini gerçekleştirdiklerini ve böyle bir işlemin laboratuvar ortamında bilinçli koşullar altında bile gerçekleştirilemediğini düşünmezler.
Darwinistler, Ornia ochrea adlı sinek türünün, kulaklarının arasında yarım milimetrelik bir mesafe olmasına rağmen sesin kaynağını tüm canlılardan dahi iyi tespit edebiliyor olmasını, böyle olağanüstü bir yeteneği, bilinçsiz tesadüflerin gerçekleştiremeyeceğini ve yine aynı küçük sineğin tüm özellikleri ile onu yaratan sonsuz ilim ve kudret sahibi Yaratıcımızın üstün yaratma sanatını sergilediğini düşünmezler.
Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah’a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de.
(Rad Suresi, 15)
Tabiiyyun (naturalizm), maddiyyun (materyalizm) felsefesinden doğan zalim bir akım, âhirzamanda gittikçe maddiyatçı felsefe aracılığıyla yayılarak kuvvet bulup, Allah'ın hakimiyetini inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan (subaylar) ve efrad (fertler) onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna (türlü türlü) hâkimiyet verir. Öyle de: Allah'ı inkâr eden o cereyan efradları (fertleri), birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet (terbiye) verir... Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet (ilahlık) dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur."
Darwinistler, bazı ilaçların yapımında da kullanılan tek hücreli mantarlar olan küflerin, tesadüfen ortaya çıkamayacağını, Allah'ın yaratmasıyla var olduklarını düşünmezler.
Yeryüzündeki tüm canlıların evrim geçirdiğini iddia eden Darwinistler, birbirlerine hiç ihtiyaç duymadıkları halde, toprağın oluşumunu sağlamak için bir araya gelen mantar ve alglerin ortak yaşam ürünü olan likenlerin tesadüfen ortaya çıkamayacağını düşünmezler.
Darwinistler, kas sistemleri olmadığı halde üzerlerine konan böceği avlamak için hızla yapraklarını kapatan, avladıkları böceği sindirecek enzimleri üreten, herhangi bir beyne, göze ve şuura sahip olmayan etobur bitkilerin, tesadüfen gelişen doğa olayları sonucu oluştuğunu söylemenin mantıksızlığını düşünmezler.
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, herşeyi bilendir.
(Bakara Suresi, 29)
Darwinistler, ördeklerin suyun yüzeyinde kalmalarını sağlayan sebebin havayı vücutlarında taşımaları olduğunu, vücutlarında küçük balonlara benzeyen hava kesecikleri bulunduğunu, ördeğin suya dalmak isteğinde bu hava keseciklerindeki havayı dışarıya boşalttığını, bu özelliklerin ördeğe, tüm varlıkları yaratan Yüce Allah tarafından verilmiş olduğunu düşünmezler.
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.
(Casiye Suresi, 4)
Darwinistler, 0,5 hektarlık bir çiftlik toprağında, yaklaşık olarak birkaç ton bakteri ve 1 ton mantar, 100 kg tek hücreli protozoan hayvanı, yaklaşık 50 kg maya ve aynı miktarda alg (su yosunu) bulunduğunu, bu varlıkların her birinin yaşadıkları topraklara oldukça büyük faydalar sağladıklarını ve son derece kompleks olduklarını düşünmezler.
Darwinistler, mikro canlıların Allah'ın yaratmasındaki üstün akıl, sanat ve kudreti nasıl yansıttığını, bunları şuursuz tesadüflerle açıklamaya çalıştıkça nasıl büyük bir çıkmaza düştüklerini düşünmezler.
Darwinistler, ne kadar renkli bir dünyada yaşadıklarını, çevrelerinde böyle bir renk çeşitliliğinin nasıl olduğunu, renklerin olmadığı bir dünyanın nasıl olabileceğini hiç düşünmezler.
Darwinistler, bakterilerin, havadan nitrojeni (azot) alıp onu yapı taşlarımız olan nükleotidlere ve aminoasitlere dönüştürdüklerini ve bunun yeryüzünde, insan da dahil başka hiçbir canlının gerçekleştiremeyeceği gerçek anlamda hayranlık uyandırıcı bir işlem olduğunu düşünmezler.
Darwinistler birkaç cm'lik beyni basit sinir düğümlerinden oluşan kraliçe arının kendi iradesi ve aklıyla, petek hücrelerinin ne için inşa edildiğini kavramasının ve bunları hiç birbirine karıştırmadan, en uygun yumurtlamayı yapmasının nasıl mümkün olduğunu düşünmezler.
Darwinistler yaratıldıkları ilk andan itibaren yüz milyonlarca yıldır hiç bir değişim geçirmeden var olan yusufçukların en iyi helikopterlerden bile daha iyi manevra yapabildiklerini düşünmezler.
Darwinistler, Bir Bitkinin Mucizelerle Yaratılmış Olduğunu Düşünmezler
Her bir kelimesi bir kitabı ve her bir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, katipsiz (yazıcısız) vücudu (ortaya çıkması) mümkün değildir. Kainat kitabı da Nakkaş-ı Ezelinin (evveli olmayan, her şeyi en güzel şekilde işleyen Allah) vücub-u vücuduna (var olmasına) bağlıdır.Bediüzzaman Said Nursi
Darwinistler, gelincik çiçeklerinin polenlerini, polen taşıyıcı böceklerin en fazla olduğu saatlerde yaymalarını, biyolojik saatleri ile kendi çiçeklenmelerinin gelişimini sağladıklarını tesadüflerle açıklayamayacaklarını düşünmezler.
Darwinistler, mısır ve fasulye bitkilerinin düşmanlarından korunmak için yapraklarında özel bir salgı salgıladıklarını, bu salgı ile parazit yaşayan eşek arılarını bulundukları yere toplayarak adeta paralı asker gibi kullandıklarını, bu savunma stratejisinin herhangi bir şuura sahip olmayan bitki tarafından gerçekleştirilmiş olmasının mümkün olamayacağını düşünmezler.
Darwinistler, çoğu küçük tahta parçalarına benzeyen tohumlardan nasıl belli bir süre sonra 4-5 metre uzunluğunda ve yüzlerce kilo ağırlığında dev ağaçlar oluştuğunu düşünmezler.
Darwinistler, güllere renklerini veren, yapraklarındaki kıvrımları belirleyen, çiçeğinin yapraklarının kadifemsi yumuşaklığını, dünyanın neresine giderseniz gidin aynı muhteşem gül kokusunu belirleyen bilgilerin gülün genlerine nasıl yerleştiğini, bunun bütün bitki türleri için geçerli olduğu gerçeğini düşünmezler.
Darwinistler kuru sopaya benzeyen asma dallarından tatlı ve su dolu kesecikler halinde üzümlerin nasıl çıktığını, üzüm kabuklarını fındık kabuklarından farklı kılanın, bu iki meyvenin renklerini, tatlarını, kokularını, içindeki vitaminleri, birinin sulu birinin kuru yapılarda olmasını sağlayanın tohumların genlerindeki bilgiler olduğunu, her zaman fındık tohumlarından fındıkların, üzüm tohumlarından ise üzümlerin çıktığını düşünmezler.
Şartlar uygun olmadığı için on yıllarca hatta yüzyıllarca uyku durumunda kalan ve sonra filizlenebilen tohumlar vardır. Darwinistler, yer değiştirme gibi bir alternatifleri olmayan bitkilerin zor koşullarda yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlayan böyle bir mekanizmanın varlığını nereden bildiklerini düşünmezler.
Darwinistler toprağın genel olarak çürütücü, parçalayıcı özelliğinin olduğunu ancak toprağın içindeki tohum ve milimetrenin yarısı inceliğindeki köklerin, toprakta hiçbir zarar görmediklerini aksine toprağı kullanarak sürekli gelişip büyüdüklerini düşünmezler.
Darwinistler, toprağın altında filizlenmekte olan tohumların yüzeye çıkış yolları kapatılsa da önlerine çıkan her engelin etrafından dolaşacak kadar uzun filizler çıkartarak ya da büyüdükleri yerde baskı yaratarak her halükarda gün ışığına ulaşmayı başardıklarını düşünmezler.
Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve bir hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek ortaya çıkması da anlamsızdır. Prof. Ali Demirsoy
Darwinistler, bir yaprağın sadece 1 milimetre karesinde 500 bin adet klorofil bulunduğunu, bir başka deyişle, fotosentez için gerekli olan ve insanların hiçbir şekilde laboratuvarlarda elde edemedikleri bu muhteşem molekülün, nasıl olup da bir yaprağın içinde milyonlarca sayıda bulunabildiğini düşünmezler.
Darwinistler, son derece kompleks bir işlem olan fotosentez işleminin rastlantılar sonucu gelişemeyeceğini, bir hücre tarafından sonradan öğrenilemeyeceğini, yeryüzünde yaşayan ilk bitki hücrelerinin fotosentez yapmak için özel olarak tasarlanmış olduklarını, yani bitkileri, fotosentez yeteneğiyle birlikte Yüce Allah'ın yaratmış olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, yeryüzünde yeşil bitkilerin dışında fotosentez yapabilen alglerin, %30 oranında karbondioksit gazını içine çekerek, gezegenin %70'lik oksijen ihtiyacını nasıl karşıladığını düşünmezler.
Adi bir muntazam makine, intizam ve mizanlı (dengeli) heyetiyle şeksiz (şüphesiz), bir mahir (hünerli) ve dikkatli ustayı gösterdiği gibi; kainatı dolduran hadsiz (sonsuz) zihayat (canlı) makineler de, her birisi binbir mücizat-ı ilmiyeyi (ilmi mucizeleri) gösteriyorlar. Elbette yıldız böceğinin ışığına nisbeten güneşin ziyası (ışığı) derecesinde ilmin cilveleri ile o zihayatlar (canlılar), usta ve sermedi (ebedi) sanatkarlarının vücub-u vücuduna (var olmasına) ve mabudiyetine pek parlak şehadet ederler (şahidlik eder).Bediüzzaman Said Nursi
Darwinistler aynı özelliğe sahip toprağa ekilmiş ve aynı güneşten ışık alan, aynı su ile sulanan tüm bitkilerin kendi özelliklerine göre renklerinin, kokularının ve şekillerinin farklı olmasının Allah'ın yaratma sanatına bir delil olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, tahta görünümlü bir cisimden, "tohum"dan, tam ayarında şekerleriyle, özel kokularıyla, lezzetleriyle meyvelerin çıkması için gereken bilgilerin tesadüfen oluşamayacağını düşünmezler.
“Biz ayetlerimizi hem afakta hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun…”
(Fussilet Suresi, 53)
Darwinistler, akçaağaç gibi bazı ağaç türlerinin sıcakta saatte yaklaşık 265 litre su kaybettikleri halde susuz kalmadıkları olağanüstü bir kök sistemine nasıl sahip olduklarını, böyle bir sistemin kör tesadüflerin eseri olamayacağını düşünmezler.
Darwinistler, polenlerin bitkinin üreme hücrelerini içerdiğini, bu hücrelerin ise dış etkilerden zarar görmeden canlılığını koruyabilmesi için mükemmel bir ambalaj sistemine sahip olduklarını düşünmezler.
Darwinistler, polenlerin dış kısımlarının organik alemde bilinen en dayanıklı madde olan "ekzin" ile kaplı olduğunu, bu sayede yüksek basınç ve sıcaklıktan korunan polenlerin hangi metotla taşınırlarsa taşınsın, ana gövdeden kilometrelerce uzaklıkta dahi canlılıklarını sürdürebildiklerini düşünmezler.
Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır… (Rad Suresi, 4)
Darwinistler, yeryüzünde 500.000'den fazla bitki çeşidi bulunduğunu, bu bitki türlerinin her birinin kendi içinde özel tasarımlara ve türlerine özgü sistemlere sahip olduklarını düşünmezler.
Tahta görünümlü küçük bir tohum, toprağın içinden çıkan sayısız meyvenin, çiçeğin, ağacın, türlü renkte kokunun, lezzetin ve güzelliğin kaynağıdır. İşte Darwinistler, bu olağanüstü gerçek üzerinde düşünmezler.
Darwinistler, bitkilerin fotosentez için gerekli maddeleri topraktan alabilmek amacıyla kök sistemine ihtiyaç duyduklarını, bu mekanizmayı ise bitkilerin tasarlamış olmasının mümkün olamayacağını düşünmezler.
Hiçbir hücre, biyolojik bir işlevi, sözcüğün gerçek anlamında "öğrenme" olanağına sahip değildir. Bir hücrenin solunum ya da fotosentez yapma gibi bir işlevi doğuşu sırasında yerine getirebilecek konumda olmayıp, daha sonraki yaşam süreci içinde bunun üstesinden gelebilecek duruma gelmesi, bu işlevi sağlayacak beceriyi edinmesi olanaksızdır.
Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth
Darwinistler, bitkilerin her türünün kendine has koku, tat, renk gibi özellikler içerdiğini, tek bir bitki hücresinin dahi zaman içerisinde tesadüfler ile meydana gelemeyecek kadar kompleks bir sisteme sahip olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, havada bu kadar çok polen dolaşırken, nasıl olup da bir bitki çeşidinin polenlerinin başka bir bitki türü tarafından tutulmadan sadece kendi türünden bitkilere ulaştırılmakta olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, bilim adamlarının laboratuvar ortamında tam manasıyla gerçekleştiremedikleri "fotosentez" işleminin, bilince sahip olmayan bitkiler tarafından düzenli olarak gerçekleştirildiğini düşünmezler.
Darwinistler, çöl bitkilerinin, kuraklık durumunda, tohum halinde uykuda kalarak kendilerini susuzluktan koruduklarını, yağmurdan sonra çok çabuk bir şekilde tohumlarını açıp yeşerdiklerini, şuuru olmayan bitkilerin bu planı nasıl yaptıklarını düşünmezler.
Polenler, dış kısımlarında ekzin adı verilen bir madde ile korunurlar. Bu, polenlerin taşınması için gerekli bir önlemdir ve ancak üstün bir yaratılışla açıklanabilir.
Darwinistler, bir tohumun, oluşturacağı ağacın şeklini, biçimini, rengini, meyve verecekse meyvesini, açacak olan çiçeğini, çiçeğin kokusunu ve bu ağacın sahip olduğu diğer tüm detayların bilgisini bilmekte olduğunu düşünmezler.
Evet baharımızda yer yüzünü bir mahşer eden (toplayan) , yüzbin haşir (toplanan) nümunelerini icad eden Kadîr-i Mutlak'a (Kudret Sahibi Allah), Cennet'in icadı nasıl ağır olabilir?
Bediüzzaman Said Nursi
Darwinistler, tek bir tane tohumun, bir süre sonra kendi kendine 4-5 metre uzunluğunda yüzlerce kilo ağırlığında dev bir ağaç haline gelişini ve bunun aşamalı evrim senaryolarının hiçbiri ile açıklanamadığını düşünmezler.
Darwinistler, tohumun bir bitkiyi veya dev ağaçları ortaya çıkarabilmek için yalnızca kendi içinde hazır bulunan besini, toprak, su ve güneş ışığını kullandığını ve bunun sonucunda cilalanmış kabukları, eşsiz kokuları, mükemmel tatları ile birbirinden güzel meyvelerin nasıl ortaya çıktığını düşünmezler.
Darwinistler, kozalaklı ağaç yapraklarının, nasıl olup da soğuğa karşı özel bir tedbir mekanizmasına sahip olduklarını, üzerlerindeki mumlu yüzeyin suyun buharlaşmasını engellediğini ve yaprağa dayanıklılık kazandırdığını düşünmezler.
Darwinistler, bir çiçeğin kırmızı renginin, yapraklarındaki kıvrımlarının, sahip olacağı yaprak sayısının, yapraklarının yumuşaklığının, kadifemsi yapısının, sahip olacağı kokunun, bir meyvenin üzerindeki cilalı kabuğun, içindeki çekirdeklerin sırasının, sapının dayanıklılığının, kısacası bitkilerle ilgili her detayın embriyoya yerleştirilmiş olduğunu, hiçbir tesadüfün bu kadar detaylı bilgileri, küçük embriyonun içine toplama gücünün olamayacağını düşünmezler.
Darwinistler, bir tohumun embriyosunun gelişene kadar özenle korunması gerektiğini, bunun için farklı türlere göre değişiklik gösteren tohum kılıflarının bulunduğunu ve bitkinin bulunduğu çevre şartlarına göre bu kılıfın dayanıklılığının özel olarak belirlenmiş olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, tesadüfen oluştuğunu iddia ettikleri bir tohumun, çevresindeki düşmanları uzaklaştıracak özel bir sistem ile donatıldığını, kimilerinin acı bir madde ile kaplı olduğunu ve bunu kendi içindeki bilgilerle ürettiğini düşünmezler.
Darwinistler, bazı bitki türlerinin tohumlarının dış zarlarında jölemsi bir maddenin bulunduğunu, kompleks şekerlerden oluşan bu maddenin su ile karıştığında kolayca şiştiğini ve bu sayede tohumun nemli maddelerin üzerine yapışabileceğini, bunun da filizlenme sırasında çok etkili olduğunu düşünmezler.
Darwinistler, fasulye tanesinin, yani tohumunun anne bitkiye olan bağlantı noktasındaki 'micropyle" adı verilen, bebeklerdeki göbek bağına benzetilebilecek özel geçiş yerinde yumurtacı�